Yaşadığımız ülkenin en ifade edilebilir tanımını başlıkta okudunuz. Bu yazı tamamıyla kadınlar ve anca ‘’sizin ananız, bacınız yok mu? ‘’ sorusu sorulmadan kadın hakları üzerinde empati yapamayan beyler için yazıldı…
Yaşadığımız ülkenin en ifade edilebilir tanımını başlıkta okudunuz. Bu yazı tamamıyla kadınlar ve anca ‘’sizin ananız, bacınız yok mu? ‘’ sorusu sorulmadan kadın hakları üzerinde empati yapamayan beyler için yazıldı.
Evet yıl 2024, 2025’e sayılı günler kaldı. Evvelinden millet uzaya çıktı bizim halimize bak deniyordu fakat artık biz de uzaya şöyle turistik bir gezinti yaptık. Yani muhasır medeniyetler seviyesi kıyası kabul edilen uzay bizim de ayak bastığımız bir yer oldu. Ama ne değişti?
O muhasır medeniyetler eşiğinin neresindeyiz? Dün bizzat devlet kurumu Sağlık Bakanlığının annelik dersi verdiğini izleyince bırakın muhasır medeniyetleri, eşiğe gelmek için kırk yıl ekmem yememiz gerektiğini gördük. Bir kadın olarak uyandınız ve ‘’normal doğum’’ gibi bir cahil söylemi yapmadığınız yahut yapamadığınız için Sağlık Bakanlığı sizi yetersiz buldu. Evladıyla bağ kuramayan, yetersiz süte sahip, her bakımdan yetersiz anneler ilan etti sizi. Doğduğunuz andan itibaren doğuracağınız güne kadar, organlarınızın diziminden, vücudunuzun anatomisine, her ay çektiğiniz sancılı ağrıya, lohusalık dönemine, tüm vücut yapınızın değişmesine, uykusuz gecelerinize, aman evladıma bir şey olmasın korkusuyla canınızı dişinize takıp geçirdiğiniz bir ömre resmi bir açıklamayla yetersiz dendi. Üstelik yine bir kadın sesinden seslendirilen bir reklamla. Bir başka deyişle, gün teyzelerinden, kayınvalidenizden kısacası toplumdan duyduklarınız resmi bir imzayla legalleşti de denebilir.
Açık açık bizim gibi yahut bizim istediğimiz gibi değilseniz aciz ve yetersiz olmaya mahkumsunuz dendi. Ve sığınılan din de övündüğünüz Türk tarihinde de kadın ‘’en hafif tabirle’’ hiç bu kadar çirkin konumlandırılmadı. Önce televizyonlara sızdınız KADINA ŞİDDETE DİKKAT ÇEKİYORUZ diye. Yapılabilecek işkence türlerini zaten erkektir yapar diye büyütülmüş küçük psikopatlara tek tek seyrettirdiniz. Sonra kadınların nefes alması caizdir diye fetva verip din siperinde yaşadınız. Beyefendilik acizlik oldu. Namuslu olmak ahmaklık ve sadece kadına has bir kavram oldu. Feminizm kapitalizmin bir oyunu diyip, erkek güçlüdür kadınla nasıl eşit olur diye demeçler verdiniz. Ki bu son söyleme ben de katılıyorum eşit olan cinsiyetler değil haklardır, adaletse haklar temeli üzerine inşa edilebilir. Bugün katilin, sapığın iki duruşmayla serbest bırakıldığını ancak sosyal mecralardan tepki aldığı için tekrar tutuklandığı göz önünde bulununca hakkın da eşitlikle oturtulamayan temellerini adaletle bulunamayacağını ezberledik artık. Ancak adalet sarayları Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi asistanları olmuşken, otoritesine güven dolar yükselince sarsıldı öyle mi? Ülkece büyük bir iki yüzlü bir toplum olmuşuz.
Gerçi bizde ki laf, ülke yokuş aşağı giderken aman ha yatırımcılar elini eteğini bizden çekmesin diye ekonomiyi düzeltiyoruz açıklaması yapan cumhurbaşkanın, kafası koparılarak vahşice katledilen küçücük bir genç kızın haberini okumuş, ertesi gün tecavüze uğrayacakken son anda dayakla kurtulmuş başka bir kadının haberini okuyup hiç değilse güvence olur ümidiyle yanlarında taşıdıkları biber gazına bir gecede zam yapan halkı. Size müstahaktır demek o kadar isterdim ki memleket herhangi bir yere çiçek bırakılsa kadın mezarına denk gelmiyor olsaydı. Allah belanızı versin diyip bir köşeye çekilmek o kadar iç rahatlatıcı olabilirdi ki. Ama olmuyor. Olamıyor. Her gün ölüyoruz. Koca bir ateş çemberinde insan onuruna uygun yaşamaya çalışırken yetersiz görüldüğümüz gözlerin gölgesinde sadece hayatta kalmaya çalışıyoruz. Yaşam hakkımızın olduğunu kabul etmeleri için de sizin karınıza, kızınıza, annenize yapılsaydı ne yapardınız empatisine ihtiyaç duyarak. Evvela insan olduğumuz kabul görülmüyor. İlla bir erkeğin bir şeysi olmanız kaydıyla başınıza gelenlerin iğrenç olduğu kabul görüyor. Ne diyelim? Allah belanızı versin? Kime diyelim? O yetersiz gördüğünüz, evladı vahşice katledilmiş anneye ne diyelim mesela? Adalet mi isteyelim? Kimden? Sosyal mecralardan mı? Susalım mı? Konuşursak ya Silivri’ye ya mezara gidiyorken kime konuşalım? Her an tanıdığımız yahut tanımadığımız biri tarafından öylece öldürülme korkusunu kime anlatalım?